28 Eylül 2008 Pazar

Vileda gözyaşlarını silebilirmiydi..


İşe gitmeyen her erkek bir gün ev temizliycek.. Bu lafı ne Andy Warhol ne de Orson Welles söyledi. Zaten Welles şişmandı ev falan temizlemezdi. Warhol desen onun evi ahır gibiydi. Pop-art'ın babası ya, böyle bir ben oldum havalarındaydı. Bir Marilyn Monroe fotoğrafını al 4 farklı renkte printerdan çıktı al sonrada buna pop-art de.. Neyse konumuz pop-art değil, Orson Welles hiç değil. Zaten o da bir tane film çekti hemen ünlü oldu.. Hadi diğer filmlerin para getirmedi, git Yurttaş Kane 2 yi çek... Olmadı "Yurttaş Kane Kampta"yı çek afişinede 2 bikinili kadın koy.. Neyse..

Viledayla her yeri süpürdüm.. Süpürürken de kendimi asla ezik gibi hissetmedim aksine filmlerde gördüğümüz ezik öğrencinin arkadaşı bilge hademe gibi hissettim... Bazen kapı arkalarını sildim, bazen iki elimide viledaya dayayıp elma yiyerek duvarlara denklemler yazdım. Sonra annem görücek diye sildim yazdıklarımı... İyice eni konu heryeri sildikten sonra viledayı silkelemek üzere camdan dışarı çıkardım ve duvara vura vura temizliyordum ki viledayı oldukça sert vurmuş olmamdan dolayı viledanın tüylü baş kısmı aşağıya düştü... Fakat yere düşmek yerine 1.kattaki komşunun panjurunun üstünü tercih etti. Bu gerçekten kötü olmuştu. Komşuya inip söylesemde komşunun yapacağı bir şey yoktu çünkü viledanın başı onunda ulaşamayacağı bir yerdeydi.

Yağmur çiseliyordu ve ben 5 dakikadır aşağıya mal gibi bakıp düşünüyordum. Annem de geldi o da birkaç fikir üretti ancak hiçbiri çözüm sağlamıyordu. O sırada kendimi Mac Gyver gibi hissettim. Elimdeki malzemelerle bu olayı çözmeliydim. Gittim içerden 15 metreye yakın dikiş ipi, eczanelerin hediye verdiği ufak torba şeklinde çanta ve 2 kiloluk dumbell ağırlık halkası aldım. Amacım iple çantayı sarkıtarak viledayı yere düşürmekti. Evet belki Mac Gyver kötü adamların elinden kaçmak için planlar yapıyordu ama benim sahnemde kötü adam bir panjurdu. Ancak planım bir yerde düzgün işlemiyordu. Çünkü dikiş ipi ağırlık bulunan çantayı kaldırmazdı. Bende hangi akla hizmet aldığımız 20 metrelik ethernet kablosunu (iki bilgisayarı birbirine bağlamaya yarayan kablo) buldum. Şimdi herşey hazırdı. 2 kilo ağırlık tutan bir çanta ve onu çeken 20 metrelik sağlam bir ethernet kablosu...

Yağmur şiddetini arttırmıştı ve suratımdan yağmur damlaları tek tek düşüyordu... Ne alakaysa çantayı sallandırıp viledanın sapına çarptırmaya çalışırken "Polis Akademisi"nin müziğini söylüyordum. Zaten bu işi yaparken aşağıda kimsenin geçmediği zamanları kolluyordum... En sonunda sapı aşağı düşürmeyi başardım. Ancak şans bu ya oralarda bekleyen bir kedi sapı gördüğü gibi gitti üzerine oturdu. Bu nasıl bir psikolojidir anlayamadım. Devinip durdum. Hangi kedi "ooff burasıda çok soğuk keşke yukardan bişey düşsede üzerine otursam" diye beklerki... Ya bu düşünceyle yada sahiplenme duygusuyla kedi gitti tüylü sapın üzerine oturdu. O sırada neden yaptım bende bilmiyorum, kediye "pardon..bakarmısınız ?" dedim... Kedi anlamış gibi kafasını yukarı kaldırdı. 10 saniye kadar bakıştık. İkimizinde dilinde birşeyler birikiyor ancak söyleme cesareti bulamıyorduk. Adeta gözlerimiz kenetleniyor ancak içimiz içimize sığmıyordu. İkimizin kalbide kuş gibi pır pır atıyordu. Yağmur tüm hızıyla yağıyordu. Onun gözüne damlalar giriyor ancak genede yukarıya bakmayı kesmiyordu. Ve o an benim ağzımdan birşeyler döküldü... "Acaba sapı getirebilirmisiniz?"... Bakmaya devam etti, baktı baktı baktı... Belki o da birşeyler söylemek istedi ancak cesaret edemedi. Biraz daha baktı ardından sapı kokladı ve gitti... İçindeki duyguları o sapın üstüne bırakıp gitti...

Gittim aşağıya sapı aldım geldim,sap çamur olmuştu küvette yıkadım. O sırada kedinin bakışları aklıma geldi... Farklı hissettim... Garip hezeyanlar içerisinde vücudum ürperdi... En son aşık olduğumda böyle hissetmiştim... Az sayıda kız bana bu duyguları yaşatmıştı. O an küvette sapı yıkamayı aniden bıraktım, kapıya koştum. Annem arkamdan kapıya koştu ancak yetişemedi... Apartmandan dışarı çıktım. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu... Ayağımda annemin terlikleri, üzerimde sırılsıklam bir tişört kediye bakıyordum... Beni görünce bakışları sabitleşti... Koştum,çamurları arkama aldım ve koştum... Kediyi omuzlarından tuttum... Titreyen vücudunu hissedebiliyodum... Dudaklarına yapıştım... Önce beni iteledi ama sonra tahakati kalmadı ve dudaklarıma yenik düştü... Gözlerimi açtım "Sağol" dedim... Kafasıyla onaylarcasına o da sağol dedi... Yere bıraktım nazikçe... Koşarak uzaklaştı... Apartman kapısına yöneldim tam apartmana giricektim ki onu başka bir apartmanın altında gördüm... 2.kat ta oturan kız kucağına almış onu öpüyordu... İçimden " Vay orospu,anında unuttu" dedim...
Eve geldim, salonda oturdum... Neden böyle birşey yaptığıma anlam vermeye çalışıyordum... 2.kattaki kızdan hoşlandığım halde neden gidip o kediyi öpmüştüm... Belki kıskandırma, belki ondan göremediğim ilgiyi başkasında aramaydı... Belki de kedinin gözlerinde kızın bakışlarını görmüştüm ve bir anda kendimi kaybedip bir sokak kedisini öpmüştüm... Tek bildiğim bir an önce işe girip para kazanmam gerektiğiydi... Yoksa ben ev süpürmeye ve kedileri öpmeye devam edicektim...

Karşılaşma..!


Kalabalığın arasından bana doğru geliyordu. Sanki hayatının en mutlu anını yaşarmışçasına gülümsüyordu. Kim olduğunu bilmediğim, ama bir yandan da çok tanıdık olduğundan emin olduğum bir adam, yavaş yavaş bana yaklaşıyordu insanları yararak. Önce bana gülümsediğinden emin olamadım. Ama eğer şaşı değilse, dümdüz gözlerimin içine bakıyordu...


O yol, insanların arasından bana ulaşmak için katettiği o mesafe benim her şeyi çözmem için hazırlanmış bir geri sayımdı sanki. Onun başını ilk çevirdiği an sayaç çalışmaya başlamıştı. Benimle göz göze geldiği an. Bakışların birleştiği o andan sonra yüzünde beliren ifade o kadar dikkatimi çekmişti ki... Sanki " yaa gördün mü işte sonunda karşılaştık..." diyordu bana. Yaklaştıkça, hafif hafif aşağı yukarı sallamaya başladı kafasını. Emin olamadım, " sen şimdi görürsün!" mü demek istiyordu yoksa, "ben sana demiştim" mi... Belli ki geçmişte onunla bir şey yaşamıştık ki, benim de ne yapmak istediğini anladığımdan emin bir surat, ve aynı eminlikteki adımlarla beni hedef almıştı.



O kadar tanıdıktı ki, tanıştığımızdan emindim. Adımları yaklaşırken düşünmeye başladım. Fazla samimi olmadığım, uzun zamandır görmediğim herkesi teker teker gözümün önüne getiriyordum. Kimdi bu! Onu tanıyacağımdan bu kadar emin olan bu adam kimdi! Aramızdaki mesafe iyice azalmıştı artık, daha fazla onun kim olduğunu düşünmekle vakit kaybedemezdim. O kendinden emin gülümsemeye, "Pardon, çıkaramadım" demek, ve ikimizin de düşeceği o durum şu anda çok gereksizdi. Ne de olsa şimdi bir süre konuştuktan, ve "mutlaka görüşelim, böyle rastlaşmayı beklemeyelim artık!" dedikten sonra uzunca bir süre görüşmeyecek, konuşmayacaktık.



Planlar yaptım. Neler söylemeliyim... Evet, ben de aynı saçma ve emin gülümsemeyi takınmalıydım. Acaba samimiyetimiz ne derecedeydi. Sarılmalı mıydım, elini mi sıkmalıydım? Bunu ona bırakmaya karar verdim. Hareketlerimi onun yönlendirmesine izin vermek, yapılacak en iyi şeydi. Belki onu hatırlamadığımı tahmin eder, ilk cümlesinde kim olduğunu söylerdi. Ben de zaten hatırlamış gibi yapar, gözüne girerdim. Yine de kimle konuştuğumu hiç bilmeden, neler söyleyebileceğimi de hazırlamak zorunda hissettim kendimi. Yapılacak en iyi şey, önce "Nerelerdesin sen yaa!" gibi bir tepkiyle sıcak bir ilişki kurup arkasından hal hatır sormaktı sanırım. O beni sorduğunda da, "bildiğin gibi" cevabı çok mantıklı olacaktı. Hem samimi bir hava yaratacak, hem de olumsuz bir karşılığa imkan vermeyecekti. Bildiğin gibi... Samimiyiz ya, biliyorsundur ne de olsa! Çok yaklaşmıştı artık, tam karşımdaydı neredeyse, ve ben hazırdım!



Yanımdan geçti... Arkamda duran sakallı adamla sarıldılar. "Hiç gelmeyeceksin sandım...!" "Trafik işte, naber?" Belli ki birbirlerini tanıyorlardı. Oysa içten içe bir heyecan kaplamıştı içimi. Sevinmiştim. Ne yalan söyleyeyim, hayal kırıklığına uğradım... Neyse, şaşıydı sanırım...