Hangi gün doğduğunun hiç önemi yok. Saat kaçta... Ne fark eder ki? Gecenin karanlığında etrafındaki herkesi uykusuz bırakarak, aylarını geçirdiğin o kuytu yuvadan çıkmışsın. Ya da, gündüz, herkes öğle yemeğini yerken, doğuvermişsin hayata... Ne fark eder?
Hangi yıl doğduğunun da önemi yok aslında. O yılın üzerine eklenen her sene, senin bir yaşına daha girdiğinin kanıtı ne de olsa. İstediğin yılda doğ, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Doğduğun andan itibaren yaşlanmaya başlayacaksın ne de olsa...
Önemli olan, hangi ayda doğduğun... Yani hangi mevsimde... Soğuk bir kış gününde mi, yoksa sıcak bir yaz ayında mı? Sen doğduğunda etraftaki insanların üzerinde ne olduğu önemli... Kısa kollu ince bir şeyler mi, yoksa kalın yün kazaklar mı? Çünkü o andan itibaren geçen senelerin sayısı belirli bir olgunluğa ulaştığında senin için en önemli olan şey bu olacak. Kışın doğduysan, kazakların, montların, atkıların, berelerin dolabına sığmayacak. Yazın doğduysan ince gömleklere, t-shirtlere boğulacaksın. Kimse sana kasım ayının ortasında ince bir gömlek almaz ki. Ya da temmuzun göbeğinde bir kazak... Neden akıl edemezler acaba? “Bu adam kışın doğmuş. Mecbur, her sene aynı kış ayında kutlayacak doğum gününü. Her sene yeni bir kazağı oluyordur elbet. Çünkü kıyafet en meşhur, en basit hediye... Bari ben bir değişiklik yapayım da, bir ince gömlek bulayım şuna... Yazın giysin.” Nerde...
Keşke bir sene kış, bir sene yazın kutlasak doğum günlerini... Güzel olmaz mı...?
30 Ekim 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)